Kendinizi tanıtır mısınız?
Adım Mustafa Bici, Çorumluyum, Ankara’da doğdum, İstanbul’da büyüdüm. Sakarya Üniversitesi’nden mezun oldum.
İşitme kaybınızı ilk ne zaman ve nasıl keşfettiniz?
Ben doğuştan işitme engelliyim. 8 aylıkken kesin tanı konulmuş. Annem zaten doğar doğmaz anlamış çünkü ablam da işitme engelli. 8 aylıkken 4 buçuk yaşına kadar iki kulağım için de işitme cihazı kullanmışım. Zaten 8 aylıktan itibaren özel eğitime gitmeye başlamışım. O zamanlar söyleyebildiğim kelimeler on taneyi geçmez. Annem de bunun bir çözümü olmalı demiş. Annem doktorla görüşmeye başlamış ve “koklear implant yapılması gerekiyor, onun dışında duyamaz” demiş. Karar verilmiş ve 4 buçuk yaşında yani 1999 yılında ameliyat olmuşum. Olduktan sonra farklı bir özel eğitim almışım. 7 yaşına kadar özel eğitime devam ettim ve sonrasında okula başladım.
Özel eğitimlerde neler yapıyordunuz, şu anda devam ettiğiniz ya da yaptığınız etkinlikler var mı?
Grup halinde 4-5 kişi oluyorduk ve bize resim gösteriliyordu. Onun ne olduğunu çıkarmaya çalışıyorduk. Başka bir yerde de birebir bir şekilde sohbet ediyorduk. Bir yandan da okuyup, okuduğumu anlamaya yönelik alıştırmalar yapıyordum. Güzel konuşmaya yönelik eğitimler aldım daha çok. Ben şu an mühendisim ve insanlarla çok iç içeyim ve bu meslekte, dinlediğim her şeyi doğru anlamak zorundayım. Yanlış anlama gibi bir lüksüm yok. Sürekli bunu yapmaya çalıştığım için çok daha iyiyim anlama konusunda. Kendimi üniversitede okurken başkalarını anlamaya çalışmak için çok zorlamıştım ve zorladıkça anlamam daha da iyi oldu.
Öğrenim hayatınız nasıl etkilendi?
İlkokulda okurken ikinci sınıf çok güzeldi. Derste anlayamadığım, geride kaldığım zamanlar çok oluyordu. Eve gelip yemeğimi yiyip öğretmenimin evine gidiyordum. Eksik kaldığım yerlerde bana yardımcı oluyordu. Böylece yeniden arkadaşlarımın seviyesine geliyordum. O öğretmenim hep ders verdi bana. Yapmak zorunda değildi ama bunu gönülden yaptı. Sağ olsun çok güzel eğitim aldım. Sonrasında üçüncü sınıfta İstanbul’a geldim, çok kötüydü. Hiç ilgili bir hocam yoktu ve ben geride kaldım. Dördüncü sınıfta ise bazı hocalarım iyiydi bazıları ise destek olmuyordu ve ben dördüncü sınıfta iyice tembel olmuştum. Hiç ders çalışmıyordum, bisiklet sürüyordum, oyun oynuyordum. Derslerim hep düşüktü. Amcam akademisyendi ve bir yaz tatilinde onlara gittik. Beni zorluyordu, devamlı elimi çalıştırmamı istedi. Sıkılsam da hep beni zorluyordu. 1 ay boyunca çok güzel eğitim aldım. Sonrasında okul başladı. İlk matematik sınavından 85 almıştım. Hiç kimse bana inanmadı, “Sen kopya çektin” dediler. Ama öğretmen sağ olsun inandı bana ve ben bundan sonra devamlı yükselişe geçtim. İlk defa sekizinci sınıfta teşekkür aldım. Üniversite hayatım da iyiydi. Hem çalışıyordum, hem okuyordum. Günde 15 saat dışarda kalıyordum. Sonrasında DGS ile Sakarya Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümünü kazandım. Bu bölümü okurken çok zorlandım çünkü hocaların pek umurunda değildi. İki hafta okula gidememiştim, sonrasında gittiğimde de ders çok ağır olduğu için anlamamıştım. Ben de telefona bakıyordum. Ders arasında hocanın yanına gittim, kendimi tanıttım. Hocanın tepkisi “Senin işitme engelli olman beni ilgilendirmez, erken gel öne otur” oldu ve ben o derse daha hiç girmedim. Bazı hocalar da ilgili değildi, umurlarında değildi ama bazıları çok destek oluyorlardı. Eğitim hayatımda iniş ve çıkışlar oldu ama başardığımı hissediyorum.
Cihaza nasıl başladınız?
Cihazımı istemiyordum o zamanlar, hep çıkarmak istiyordum. Bir zamanlar walkman kadar büyük bir cihaz vardı ve ben onu tam 10 sene kullandım. O cihazı çıkarıp ısırıyormuşum kullanmak istemediğim için. Annem “Isırma” dermiş o zamanlar. 6 aydan sonra alışmışım.
Yurtdışı serüveniniz nasıl geçti?
2008-2016 yılında hiç işitme kayıplı arkadaşım yoktu. Sonra yalnız kaldığımı hissettim ve benim gibi insanlar var mı diye arayışa girdim. Facebook sayesinde bir kahvaltı olacağını öğrendim. Oraya tek başıma gittim. Ece Saygın ile sohbet etmeye başladık. Havadan sudan konuşurken bir anda Danimarka’da yaz kampının olduğunu söyledi ve beni davet etti. Ben de “Tabii ki olur” dedim. Danimarka benim için çok farklı bir deneyimdi. Dil konusunda yeniydim ama yanımdakiler de işitme engelli olduğu için empati kurarak birbirimizi anlamaya çalıştık. Oraya gitmek ufkumu genişletti ve özgüvenim gerçekten çok yükseldi.
Sosyal aktiviteler yaparken zorlanıyor musunuz?
Sinema gibi yerlerde karşı tarafı anlıyoruz ama işitme kayıplı olmayan bir bireye göre iki kat fazla çaba sarf ediyoruz. Yarım saat anlarız evet ama bir saat ya da daha fazla süre sonra artık yoruluyoruz. Enerjimiz kalmıyor çünkü anlamak için çok çaba harcıyoruz. Şöyle düşünelim. Yan odadasınız ve oradaki birini duymaya çalışıyorsunuz. Duymaya çalışmak için dikkat kesilip kendinizi zorluyorsunuz. Sürekli bunu yapmak hiç kolay değil.
Erişilebilirlik hakkında önereceğiniz şeyler nedir?
Yurt dışında çok gelişmiş sistemler var gerçekten. Bir mikrofondan söylenileni 10 kişi aynı anda cihazlarından duyabiliyor. Onun dışında sinemada, dizilerde, filmlerde altyazı istiyoruz.
Sizi bu süreçte en çok destekleyen kişi kimdir?
Tabii ki annem. Annem çok fazla emek verdi, hayatı boyunca benimle hep konuşmaya çalıştı, yanımda oldu. Annem nerede olursa olsun her şeyi öğretirdi, gösterirdi. “Bu kaşık, bu tabak, bu kalem” derdi. Her nerede olursa olsun her fırsatı değerlendiriyordu. Mutfakta “Bunu kes, bunu yap” diyordu. Artık o kadar alışmıştım ki 9 yaşında mutfakla ilgili her şeyi öğrenmiştim. Ama beni en çok anlayan kişi Ece Saygın’dır. Birçok şeyimiz benziyor, bu yüzden daha iyi hissediyorum. Mesela ameliyat olduğumuz yaş, eskiden kullandığımız cihaz. Ablam da eğitime götürdü, konuşturmaya çalıştı. Ailem, akrabalarım, öğretmenlerim herkes bana destek verdi ve hepsi yanımdaydı.